29 Aralık 2009 Salı

koridor

rüyada uçak kazası görmenin meali, kendine boyunu aşan hedefler koyduğundur. gerçekleşmesi imkansız hayallerin sana ve çevrene yıkım getirecektir.

---

senin gezdiğin koridorlarda, parfüm kokusuna karışmış yüksek topukların sesi yankılanır. burası ciddi hayallerin diyarıdır. derin bir nefes al, koyu bir kahve iç. burada herkese yetecek kadar oksijen yok. o kadar derin al ki nefeslerini, ciğerlerin fazla havayı yedeklesin, şimdi olmazsa yarın kullanırsın. tedbirli ol!

---

birgün, ilaç ve dezenfektan kokulu bir hastanenin koridorlarında telaşla yolunu bulmaya çalışırken izleyeceksin kendini. o geniş koridorlarda sağa sola koşuşturup kendi kanının kokusunu arayacaksın. seni kurtaracak iksir hala orada, farkındasın.

---

bazı günler sakin, bazı günler telaşlı geçer. bazılarında ise tek hissettiğimiz korkudur. adlandıramadığımız bir huzursuzluk gelir çöker içimize. genellikle özel bir sebebi olmayan, belki de salt var olduğumuz için çektiğimiz ve hep çekeceğimiz türden bir acıdır bu.

---

tanrı bugün buradaydı. yine hiçbirimizle konuşmadı.

---

25 Aralık 2009 Cuma

günışığı insanları ve mutluluk üzerine

neredeyse üç saattir ben de gün ışığı insanlarından biriyim. kadıköy'de küçük bir kafenin sigara içilebilir alanında oturmuş onları gözlemliyorum. geri kalanımızdan pek farkları yok aslında. kimi telefonuyla oynuyor; çoğu konuşuyor. biri arkama oturup sigarasını yaktı biraz önce.

içlerinde en tedirgin görünen benim yüksek ihtimalle. yarım günlük kafa iznim üzerime tuhaf bir beceriksizlik örtüsü örtmüş. öyle ki elimi kolumu nereye koyacağımı bilemediğim için beni biraz olsun kamufle eder diye laptopu açmış bunları yazıyorum. bir yandan da yazdıklarımı birileri görür mü diye tedirginim. halbuki yüksek ihtimalle onlar beni bile görmüyorlar. o hayatlarını merak ettiğim gizemli (!) insanlar. çevreme bir süre garip garip bakmış olmalıyım ki birisiyle sürekli gözgöze gelmeye başladım, bakışlarımı üzerine alınmış olacak. ofis ışığı insanlarıyla öğle arası yemeğe çıktığımda önünde laptoplarıyla kafelerde çalışanlara hep özenmişimdir halbuki. şimdi o kadar da rahat birşey olmadığını hissediyorum. insanın evi gibisi yok! tabi o evde arasıra da olsa sadece kendinleysen.

bir yerdeyken sürekli başka bir yeri özlemek.. ofisteyken sokakları, sokaktayken evi..başka bir insan olmak istemek, ve istediğin zaman istediğin kişi olabileceğine inanmak.. seçeneklerinin sınırsız olduğunu düşünmek...saatler (The Hours) filminde Meryl Streep’in güzel bir repliği vardı gençliğine dair. 19 yaşında falanken iki yakın arkadaşıyla gittiği tatilde gün doğarken otel odasının camından dışarı bakıp (ben burada okyanusa baktığını hayal etmiştim, ya da belki gerçekten öyleydi, hatırlamıyorum) birden herşeyin mümkün olabileceğini düşündüğünü söyler; hayat sonsuzdu ve herşey mümkündü. birgün çok mutlu olacağı o bilinmez geleceğin hayali içindeydi. halbuki mutluluk tam o anda, o kadar gençken, o otel odasında hayatta herşeyin mümkün olduğunu düşündüğünde yaşadığı duyguydu. tabi filmde Meryl Streep bunu 50li yaşlarına geldiğinde farkediyordu.
gelecekte değil ama şimdi başka yerde olsa daha mutlu olacağını düşünen insan psikolojisini ise Ferzan Özpetek’in Karşı Pencere’si pek güzel anlatıyordu. evli ve dünyalar tatlısı çocuğu olan bir kadın aylarca evlerinin karşısındaki apartmanda yalnız yaşayan yakışıklı bir adamı izliyordu. (meğerse adam da onu izler dururmuş!) kadın işinden ve kocasından mutsuz, o adamı ise çılgınca istiyor, adamın evinde başka bir kadını gördüğünde kahroluyor vs.. filmi anlatacak değilim uzun uzun. konumuzla ilgili olan kısım, kadının adamla bir şekilde tanıştıktan (ve kaynaştıktan) sonra karar verdiği sahne. kadın o ayılıp bayıldığı adamın evine gider ve camdan dışarı kendi evine bakar uzun uzun, kocasıyla çocuğunu görür. hikayenin gerisi malum.

Meryl Streep’in otel odasının camından baktığı yaşı geçeli çok oldu ama yaş iyice kemale ermeden hayatıma dışarıdan bakabilmeyi becerebilsem keşke.
Tabi herşey gibi bu da çaba istiyor.

Sevgiler.

15 Aralık 2009 Salı

bi nevi blog nedir

bi nevi çöplük de diyebiliriz. zihin çöplüğü gibi.

tam da temalı bir blog yapmayı tasarlıyordum halbuki (blog gurmelerinin tavsiye ettiği gibi). birkaç alternatif bile oluşturmuştum kafamda. kendimden bahsetmek (eskisi gibi) oldukça garantili bir yoldu. kendiyle dalga geçen ziplenmiş postlar.bir iki fotoğraf belki, yazın çekilenlerden. yaz bitti temalı bir serzeniş. falan filan.
hoş yaz geçeli çok oldu. benim de eski espirim kalmadı.

başka bir alternatif ciddi blog. 'okuduklarımdan öğrendiklerim' temalı özet blog. hayatı süzgecinden geçiren süzme blog.
hmm. o da olmadı sanki.

sonra bu işleri bırakıp kulaklıkları taktım. radyo eksen'de birbirine acaip benzeyen şarkılar çaldı üstüste, yarım saat falan.

derken sislerin arasından bir adet portishead vokali yükseldi ve bünyemi hayatı triphop tadında hissettiğim günlere götürdü (yaşadığım değil hissettiğim diyorum çünkü yeni yeni tespit etmekteyim ki yıllar içinde hissiyatlarımda ciddi gelgitler olmakla beraber yaşantım pek minimal düzeyde değişmiştir, bu durumda hayatı yaşamayıp sadece hisseden biri mi oluyorum? bilemedim şimdi.)

herneyse. radyo dinleyip bu post'u yazarken bir yandan gereksiz düşüncelerde dolanıp kimsenin işine yaramayacak tespitler yapmaktan kendimi alamadım. kısa günün tespitleri şöyle:

1- Konuşurken ve yazarken eskisine göre daha çok parantez kullanıyorum

2- Erkek olsam sarışınlardan hoşlanırdım diye düşünürdüm hep, ama biraz önce PJ Harvey'i de oldukça seksi bulabileceğimi farkettim

3-Başkasının hayatını yaşamak eskisi kadar sıkıcı gelmiyor


Böyleyken böyle.